Sevgi, Muhabbet

,

Sevgi; insanı bir şeye veya bir kimseye karşı yakın ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten  duygudur. Muhabbet ise sevgi, sevme, sohbet, Ruhun kendisinden lezzet duyduğu şeye  meylidir. Sevgi herhangi bir  duygu olabilirse de muhabbet kalbin gönlün ruhun  tad  aldığı meyildir eğilimdir.

 İnsanlarla iletişim tanıma  tanışma gönül yolu ile olmaktadır. Sevmeyen ve insanlara kendini sevdiremeyen kimseler kendilerini iyi ifade edemezler,  kimseye de bir şey anlatamazlar. Bu bakımdan herkesin  neredeyse ilk işi sevmek, sevdirmek ve sevindirmektir. sonra haliyle davranışları  ile çevresine örnek olabilirler.

Sevgi temiz bir ağaçtır. Kökü sağlam, dalları göklere doğru, meyveleri ise gönüllerde dilde ve azalarda görülür.  Bu özelliklerle kalb gönül dil ve azalar da müsbet sevgi oluşur, bu sevgiden yararlı iş uğraş çalışma doğar, neticesi muhabbettir,

Sevginin kısımları sebepleri vardır;

Birinci sebep; her canlı için ilk sevilen şey kendi nefsidir, özüdür. Kişinin kendisini zâtını sevmesi,  varlığının devamını istemesi ve yok olmaktan korkması nefret etmesi demektir. Bu bakımdan insan yaşamayı sever, ölümden hoşlanmaz.

İkinci sebebi; ihsandır, nimet hediye ve iyiliktir. insan iyiliğin kölesidir. Gönüller kendisine iyilik yapanları, ihsan edenleri severler. Kötülük yapanlara da kızarlar. Bu hal fıtridir doğaldır,  yaratılışta vardır.

Üçüncü sebep; bir yarardan değil sadece güzel oldukları için; güzeli güzelliği  sevmektir. Dış güzelliğini çocuklar dahi fark ederler, iç güzelliği ise  gönül ile kalp ile  bilinir. İç güzelliği gönülden doğar, bu güzellik gizlidir, beş duyu ile anlaşılmaz, sadece eserleri ile bilinir.

Dördüncü sebep; insanların aralarında bir ilgi alaka münasebet olması, benzerlik bulunmasıdır. İnsan benzediği şeye meyleder. Çocuk çocuk ile anlaşır, büyük büyük ile ünsiyet eder. Her kuş kendi alayı ile uçar.

Beşinci sebeb; Allah sevgisidir. bu sevgilerin özüdür, açık ve gizli bütün manevi itaat ibadet  bu sevgiden kaynaklanmaktadır. Kulun rabbini sevmesi,  Allah’ın kuluna lutfu ihsanıdır,  insan  kendisini yaratan Allah’ı, ancak O’nun izni ile sevebilir diye bilgi var.

Biliyoruz ki; İnsanda bir nefis var dolayısıyle kendini sevmesi de tabiidir, eğer onu yaratan yaşatan  zahiri batıni özelliklerini tamamlayan cevher ve arazlarını meydana getirene inanıyorsa, o zaman zaten Allah’ı sevmesi  zaruridir.

Allah’ı sevdiğini herkes iddia eder, nefiste onu sevdiğini söyler, sevgi iddia etmek kolaydır.    Fakat onların sevip sevmediğini denemek gerekir. Alametlerle, sağlam delillerle sevgisini ispat etmedikten; imandan, İbadetten, hayadan, emanete riayetten, ahdine vefadan nasibi olmadıktan sonra onların; severim deyip aldatmalarına kapılmak doğru olmaz.

Allah sevgisi; O’nun aleyhinde konuşulduğunda insanlara kızmakla; iyilikleri övülmek sureti ile lehinde konuşulduğunda sevinmekle belli olur. bu sevgi için bir göstergedir. Alimi, abidi, ilmi veya herhangi bir hayır arzusunda bulunanları seven kimse de  mutlaka onları Allah için sevmiştir ve sevenede, sevgisi nispetinde mükafat vardır.

Yaratılanların en şereflisi insandır; etrafında ne görüyor, ne biliyorsa bütün varlıklar kendisi için yaratılmıştır, bunlar onun ne kadar kıymetli ve sevgili olduğunun alameti, işareti değil midir?

Tabiatiyle İnsan kendini yoktan var eden Allah’ı sever de;  ana karnında yetiştiren, sonra dünyaya çıkartıp çocukluktan kemale ulaştıran ve İslam dini gibi güzel bir din ile mümin kılan, akıl fikir  sağlık afiyet veren, mütenasip endam ile yaratan, kusursuz göz kulak gibi nimetler bahşeden sonra itaat ettiğinde cennetle; isyan ettiğinde  cehennemle cezalandıracağını önceden haber eden Allah’ı seviyorum deyip, gereğini yapmamak doğru olmaz..

Üstelik Allah’ı sevenler ona saygılı olanların maddi manevi kazançları büyüktür;  O’na olan sevgileri,kendilerini her türlü saygısızlıktan korur, günahlardan sakındırır, imanını muhafaza ettirir. Neticesinde O’nun katında ikram edilenlerden sevilenlerden olurlar.

Unutulmaması gereken bir husus var; İnsanı yaradanından alıkoyan her bir nimet, aslında nimet değil bir azaptır.  o nimet bir müddet sonra  insanı rahatsız eden dert olacak  şikayetler başlayacaktır. Yine insana verilen ve kıymeti bilinmeyen bir nimet, aslında ihsan ve iyilik değil, belki zevk ve sefaya götüren kendisini oyalayan zamanını boşa geçirmesine sebep olan bir beladır.

Kul Allah sevgisini dünyada kazanır, dünyada O’nu çok sevenler ahirette  mesut bahtiyar olanlardır. Bu sevgi ne kadar kuvvetli olursa, saadet o nispette artmaktadır. Bu bakımdan gönlü O’nun sevgisi dışında her şeyden temizlemek, başka sevgilere iltifat etmemek,  onu Allah sevgisi ile doldurmak gerekmektedir. Sevginin kemali, kalbin gönlün bütünüyle  onu sevmesi ile mümkündür.

Allah sevgisi bazı kimselerde o dereceye gelmiştir ki; onlar nimeti, belayı birbirinden ayırmazlar, çünkü  hepsinin O’ndan geldiğini bilirler, onları O’nun rızası sevindirir. İşte bu yaklaşım Allah için, rızası için hiçbir menfaat düşünmeden hasıl olan özellikli sevgidir. Bazen bu sevgi  yaradanın vaadettiği mükafatlara ve ahirette vereceği nimetlere olduğu gibi bazen de bütün bunların dışında yalnız zâtına mahsus olabilir. İşte  bu da sevgilerin incesi, önemlisi, en mühimidir.

Kıymetli her şeyin bir bedeli vardır; bu bedel altının elmasın kıymetleri nispetinde güçyetmez değerde olabilmektedir. Ticarette kıymetli olanlardan tenzilat ve indirim de yapılmaz.  Allah sevgisi ise manevidir, dünya malının kıymeti ne kadar yüksek olsada manevi sevgiler cari değerlerle ölçülemez. Bu bakımdan O’nun sevgisinin şöyle bir sıradan istek arzu gayret okuma öğrenme düşünme ile hasıl olması mümkün değildir.

Kişi ne zaman ahlakı güzel, rabbine sadakatlı, kamil bir mümin olursa, işte o zaman  onda  Allah sevgisi hasıl olabilir. Peygamberimizden” Allah’ın kullarından kendisine en sevgili olanı kimdir?” diye sordular. Cevaben ”Ahlakı en güzel olandır” dedi.

Mümin kardeşini sevindirmek onu sevmekle mümkündür. Mümini sevmekle sevindirmekle bir muhabbet hasıl olur.  Bu bakımdan mesela bizi sevmeyen kimseyi de bir şekilde sevindirmek faydalıdır;  Bu aslında kendisininde bizi sevmesi için kurulmuş bir bağdır. Müminleri sevmek sevindirmek;  Allah ve peygamberi sevindirmek olduğundan  bir ibadettir.

Sevginin en üst derecesinin muhabbetullah, Allah sevgisi olduğunu biliyoruz. Bu çok derin bir sevgidir.  Muhabbetullahın müminde galebe çalmasının  eseri; bu sevginin sevilen ile alakalı her şeye sirayet etmesi yansıması iledir. O sevgi öyle bir sevgidir ki; kuvvetlendiğinde kalbi gönlü kaplar, artık bu sevgi ondan başka bütün varlıklara da sirayet eder. Yerdeki gökteki mevcudat O’nun kudret eseridir.  O’ yarattığı için bütün mevcudat da sevilir.

Muhabbet; marifetullahın meyvesidir. Marifetullah usulü ile tefekkür, bir mürşidden tahsil veya lutfi ilahi ile kalbin inkişafı açılması özellik kazanmasıdır. Kalbi inkişaf edenler tam bir görüş ve basiret sahibidirler. Muhabbet marifetten sonra gelir. Marifet olmazsa muhabbet olmaz. Marifet ne nisbette kuvvetli olursa muhabbet de o nisbette kuvvetlenir.

Müminin kalbi melekut hazinelerinden bir hazinedir. Bir kimse kalbini hatıra ve vesveselerden muhafaza eder kurtarırsa, farzlarla nafilelerle rabbine yaklaşmaya çalışırsa, Cenabı Hak onu sever. Onu sevince de; onun gören gözü, işiten kulağı,tutan eli, yürüyen ayağı, akleden gönlü, konuşan dili olur. Rabbı o kulunu çeşitli ikramlar ile mükerrem eder, muhterem eder yükseltir. Burada konu ile ilgili bir olay anlatılır:

1970’li yıllar Ankara’sı;  Devlet Planlama Teşkilatı ve Sanayi Bakanlığı, sanayi kuruluşları ile meşgul.  Sanayi tesisleri ve fabrikalarının bulundukları  illerin gelişmesi büyümesi dolayısı ile; düzensiz olarak şehirlerin ortasında kalırlar, kendine has çevre kirliliği problemi getirirler, bu sebeple artık belirlenmiş başka illere taşınmaları istenir, yeni kurulacak tesislerinde yine oralara yönlendirilmesi ön görülür. Sanayi Teşvik Mevzuatı hazırlanır çıkarılır, yürürlüğe konulur.

Bu mevzuat ile az gelişmiş illerde belirlenen alt yapısı tamamlanmış yerlerde sanayi tesisi kuracak olanları; vergi indirimi, gümrük muafiyeti ve uzun vadeli kredi uygulamaları ile teşvik etmekte, desteklemektedir.

Teşvik, destek imkan var ya her yerde bir hareket başlar; sanayiciler hummalı bir faaliyet  içindedirler.  Mühendislik  büroları sanayicilerin yoğun taleplerini karşılamaya çalışıyorlar; fizibilite etüdü, kurulacak tesisler için proje, tatbikat projesi, detay proje hazırlıyorlar ve  makina teçhizatla ilgili piyasa araştırması vs yapıyorlar. İşleri başlarından aşkın.

Bu çalışmalarla ilgili olarak; Ankara’da bir mühendislik bürosu elemanları Ispartaya gidecekler. Birisi proje bürosunun sorumlusu Salih Bey; güven telkin eden başarılı bir yönetici,  muhabbet ehli, Hafızı  Kuran, beraber gideceği eleman inşaat mühendisi Fikri Bey; mutemet musalli, yakınım.

Büronun son model arabasını alırlar, Ankara’dan çıkarlar. Yolda bir yerde mola verirler devam edecekler. Mühendis arkaya geçer, uyuyacak. Isparta’ya gidiyorlar da Sandıklı ilçesi civarında  karşıdan gelen bir otomobille çarpışırlar. Feci bir trafik kazası olur. Karşıdan gelen arabadan dört  ölü bir sağ çocuk çıkarırlar. Bunların arabasından  arkada uyuyanın vücudunda kırıklar var, Salih Bey  komada. Bir nefes var, kan revan içinde. Kaza yerinden geçenler onları görür durur toplanır,  yardımcı olurlar. Polis gelir tespit yapar, bir şekilde kazazedelerin hepsini Isparta Devlet Hastanesine ulaştırırlar.

 İlk yardım teşhis ve tespitten sonra; o yılların hastanelerinin hasta odaları çok kişilik koğuş. Birinde buldukları bir yere hastaların arasına bu ikisini yatırırlar. Doktorlar sağlıkçılar girip çıkıyorlar tedaviye başlayacaklar da; Salih Beyde kırıklar ezilmeler kanamalar var, baygın, şuur kapalı. Arkada olanda bir kaç kaburga kırığı var, ufak tefek yara bere, fazla bir şeyi yok,  o kazanın dehşeti psikolojisi içinde üzgün ve endişeli.

Haberleri Ankara’ya gelir,  kaza öğrenilir de ne oldu nasıl oldu kimse bilmiyor, diye yakınları gidelim bir bakalım diye Isparta’ya ziyarete giderler.Hastanede Salih Beyi komada yatıyor bulurlar. Doktorlar kendine gelmesi için çevresinde… Durumu görürler, arkadaşını görürler ondan bilgi alırlar. Eh yapılacak bir şey yok sahipleri de gelmişler diye döner gelirler.

Bir kaç gün sonra Ankara’ya bir haber daha gelir; Salih Bey sizlere ömür derler. Allah rahmet eylesin, ailesine sabır metanet versin bu bir kazadır kaderdir takdirdir derler.  arkasından kırıkları tedavi edilmekte olan mühendis  Hastaneden taburcu olmuş haberi geldiğinde; Ankara’dan gidip onu bir süre için memleketine götürenler. Salih Bey’in ölümü ile ilgili tafsilatı getirirler.

Rahmetli komadan çıkamamış, birkaç gün hareketsiz yatmış sonra ne olduysa bir gece seher vakti hiçbir şey olmamış gibi doğrulmuş; ayağa kalkmış, yatağının üstünde dikilmiş, elini kulağına koyup, gür sesiyle ezan okumaya başlamış. Koğuştakiler uyanmış, usulüyle bir güzel ezan okunuyor, hastane çınlıyor, herkes şaşkın ‘‘Bu hasta komada idi, daha sabah ezanına iki saat var ne oluyor.’’ diye diğer hastalarda  ayaklanmış, nöbetçi doktor sağlıkçılar hastanede kim varsa koğuşa koridora toplanmış, bir yere ilişmiş,  ezanı dinlemişler, bir şeyler anlamaya çalışırmışlar da, kimsede ses yok.

Ezan bittiğinde Rahmetli sakin bir şekilde bir şey olmamış gibi,  yatağına inmiş, sonra uzanıp, elini başının altına koymuş, yorganı üzerine çekmiş, ses seda yok. Doktor başında; ‘’Hastanın durumu nedir diye, nefesine nabzına bakmış, ruhunu teslim ettiğini söylemiş.

Hülasa Rahmetlinin sevgisi muhabbeti ziyade idi,  her şeyinde bir incelik gözlenirdi, Allah için severdi kızardı, çevresindekiler onu iyi tanırlardı. Muhtemelen muhabbet ehli olduğundan bu zor günde   Rab’bı  onun eli kolu sesi sedası oldu,  hiçbir şeyi yokmuş gibi ezanın tekbirini şehadetini tehlilini usulü ile okuttu ve dahası güzel bir şekilde ruhunu teslim ettirdi.

Bu tür olağanüstü haller çok oluyorda bir süre sonra unutuluyor.  biz şahitli ispatlı olanını aradık. Aslında anadoluda kulaklar dolmuş, gözler görmüştür,  bu tür olaylara her yerde rastlanmakta diye bir olağanüstülük saymazlar. Maneviyat ilâhidir onun sınırı yoktur.

Yine konu ile ilgili bir başka olay; Rahmetli Haluk Nur Baki’den , O’nun babası Afyonkarahisar lisesinde bizim sınıfın yabancı dil Hocası idi. Bilgili görgülü müsemahalıydı, öğrencilerini severdi bizde onu severdik. Derken 1950’li yılların sonlarında hocamızın oğlu doktor olarak vilayete geldi, muayenehane açtı, aynı zamanda lisenin bazı sınıflarına dışarıdan kimya derslerine girerdi. Onu teneffüste çevresinde öğrencilerle görenler hemen kalabalığa koşar dinlerdi,  o çok güzel anlatırdı herkes  istifade ederlerdi.

Haluk Nur Baki sonra ihtisasını kanser branşında yapar,   hastalarına tedavi etmek şifa vermek için severek uğraşır,  gayret ederdi. ‘’Kanser Hastanesi’nde başhekim iken pek çok olağanüstü olaylarla karşılaştı. Bu olayları şahit olanlarla birlikte belgeledi, özel bir arşiv yaptı. Branşında  yaşanmış olayları bilime kazandırdı.  Bunlardan 1976 yılında yaşanmış bir olay   anlatılır.

Serap adında genç bir hanım hastası vardır. Göğüs kanserine yakalanmış ve tedavi için yurt dışına çıkmak istemesine rağmen bazı formaliteler sebebiyle o imkanı bulamamıştır.  Kanser hastanesine başvuran Serap’ı doktor Haluk Nur Baki özel bir ilgi ile tedavi altına alır. Kısa bir süre sonra da Allah’ın izniyle  iyileştirir ve kendisine bütün diğer kanserliler gibi bundan sonra 5 yıllık sürenin çok dikkatli geçilmesi gerektiğini söyler.

Bir iş kadını olan Serap, 4 yıl kadar sonra bir ihale için İzmir’e gideceğinde doktorundan izin ister, kış aylarında olduğu için uçakla gitmesi şartıyla izni alır.  Ancak Serap uçak bileti bulamadığından doktordan habersiz bindiği otobüsün kaza geçirmesi üzerine 6 saat kadar yolda mahsur kalır.

Dönüşünden kısa bir süre sonra hastalığı nüks etmiştir; kanser kemiğe ve akciğere yayılır, yürüyemez hale gelir Hastalığın akciğerdeki tezahürü sebebiyle de devamlı olarak oksijen cihazı kullanmakta ve söylediği her kelimeden sonra ağzını cihaza yapıştırarak nefes almak zorunda kalmaktadır.

Doktor sık sık hastayı  ziyaret etmektedir. Evine gittiği bir gün hastası  yine güçlükle konuşarak;  ‘’Doktor bey ben size dargınım.’’ der. Doktor ‘’Niçin’’ diye sorar. Derki:’’ Siz dindar bir insanmışsınız; niçin bana da Allahı ahireti anlatmıyorsunuz?’’ İnançlarının çok zayıf olduğunu bildiği için bu teklif karşısında oldukça şaşırır. Onu üzmemeye çalışarak der ki:

‘’Doktora ulaşmak kolaydır, parayı verirsin tedavi olursun ancak iman tedavisi için gönülden istek duymalısın.’’

Hasta konuşmaya mecali olmadığından ‘’Ben o isteği duyuyorum.’’ manasında kafasını sallar. Artık ümitsiz bir tıbbi tedavinin yanı sıra, ebedi hayatın ve saadetin reçetesi olan iman dersleri başlamış olur ve son günlerini yaşayan hasta için bu dersler hızlandırılmalı öğretime dönüşür.

Anlatılan iman hakikatlerini hasta bütün ruhuyla anlar kabullenir, arada sorular sorar. Vefatına bir hafta kala: Doktora ağır ağır ve zorlanarak; “Doktor bey ben ölürken ne söylemeliyim?” diye sorar. Doktor ‘’Senin durumun çok özel, kelime- i şehadet sana çok uzun gelir, o an gelince Muhammed (sav.) demek sana yeter.’’ der. Hasta anlar, o haliyle tebessüm ederek başını sallar.

Hasta çok ızdırap  çektiği için sürekli morfin yapılıyor uyutuluyor, doktoru arada geliyor bakıyor, derken doktor bir iş seyahati sebebiyle bir süre ziyaretine gidemez. Dönüşünde annesi doktora telefon eder haber verir; ‘’Serap bir haftadır morfin yaptırmıyor, sabahlara kadar inliyor ve çok ızdırap çekiyor.’’ der. Doktor hemen hastanın evine uğrar ve iğne yaptırmamasının sebebini sorar; hastanın cevabı onu ürpertir. Derki. ‘’ Ya  morfinin tesiri ile ölüme uykuda yakalanır ve son nefesimde Muhammed (sav) diyemezsem.’’ diye cevap verir.

Hasta öyle hassas bir hanımdır, bu arada doktordan kendisi için istihareye yatmasını ister; eğer birkaç gün daha ömrü varsa, son günü uyanık kalacak şekilde morfin yapılmasını rica eder.

Doktor ne yapsın hiç adeti olmadığı halde Cuma gününe rastlayan o gece istihareye yatar. Hastanın  acizliği hürmetine olacak ki;  salı gününe kadar yaşayacağına dair işaret sezer. Ertesi gün ona; ‘’Hiç korkma  iğneyi yaptırabilirsin’’ der ve bu hasta veda niteliği taşıyan bu görüşmeden sonra son sorusunu sorar; yine zorlukla ve tek tek heceliyerek ‘’Doktor bey Azrail bana nasıl görünecek?’’ der. Doktor der ki ‘’ Kızım o bir melek değil mi?  Hiç merak etme sana yakışıklı bir prens gibi gelecektir.’’ diyerek cevap verir,

Salı günü doktor Serap’ın ağırlaştığı haberini alır, hemen evine gider ancak vefatına yetişemez. Ailesi tam manası ile perişan haldedir, sadece hastaya uzun müddet bakan dindar bir hanım akrabası ayaktadır. Doktoru görünce yanına gelir: ‘’ Doktor bey biliyor musunuz? Bu   evde biraz önce bir mucize yaşandı.’’ der ve devam eder:

‘’Serap bir saat kadar önce oksijen cihazını attı, yatağından kalkması imkansız olmasına rağmen kalkarak abdest aldı, iki rekat namaz kıldı, biz bütün ev halkı hayretten donup kaldık ve kelimeyi şahadet getirerek vefat  etti, vefat etmeden biraz önce de:’’ Doktor Bey’e söyleyin Azrail onun söylediğinden de güzelmiş..’’deyin diye haber bıraktı.

Bu hususta Hz Ömer’in tavsiyesi var: Ölecek hastalarınızın başında bulunun; onlara Allahı hatırlatın,  sizin görmediğinizi onlar görürler, aynı zamanda şehadet kelimesini telkin edin demiştir. Hastaya hatırlattılar  ya, hasta onların görmediğini gördü, kendisine abdest namaz fırsatı verildi, gördükleri onu sevindirdi ve kelimeyi şehadet getirdi,  Doktoruna  Azrailin nasıl geldiğini  haber verdi.

Sevgi muhabbet tevbe işte böyle; Allah tevbe eden kullarını sever, buna karşılık günahlarını bağışladıktan sonra onları daha çok sever. zira onları günah kirlerinden temizleyip arındırmıştır.

Allah ki; dostlarının gönüllerini  dünyanın aldatıcı pisliklerine iltifat edip onlara meyletmekten uzaklaştırdı. Sırlarını kendi zatından başkasını düşünmekten  temizledi de, o sırları kendi izzet ve ululuğu önünde devam etmeleri için  halis kıldı, orada marifet nurları parlattı, makamların sonunu derecelerin en üstününü muhabbet kıldı.

Sevgi muhabbet başka değil ancak manevi eğitimle ruh eğitimi ile oluşur. Allah kullarını sevendir, kendilerine sevgi gösterenleri sevendir, sevenlerin en büyüğüdür, sevilmeye en çok layık olandır, dostluğu kazanılmaya tek müstahak  olandır.

Özetle  bilinmesi gereken odur ki; bilip anlamadan sevgi tahakkuk etmez. Sevgi canlı ve anlayışlı olanların özelliğidir, tattığı hissettiği anladığı zevk ve rahatlık, duyduğu herşey; idrak sahibi için sevimlidir. Sevgi de gönlün zevk aldığı şeye meylidir.  Bu meyil kuvvetlenirse buna muhabbet aşk derler, işte bilinmesi gereken sevgi muhabbetin aslı budur.

Bitirirken sevgi muhabbeti arayalım, aktüalite madde var mana yok, günümüzün  dünya ile paralel yozlaşmış hayatı bizi aldatmasın, izleyip durduğumuz bu global hayat bir kargaşa bir taşkınlık tan başka bir şey değil.

Önemli bir hususta, günümüz bütünleşmesinin bir yansıması olarak dünyanın birçok yerinde  bizim kurallarımız gündeme girdi, avrupalısı amerikalısı bizimle ilgili bilgileri merak ediyor, öğreniyor, tanıyor benimsiyor, nihayet onlarda bir insan nefisleri varsa vicdanları da var,  işin ciddiyetinde olanlar anlıyor kavrıyor hak veriyorlar ve benimseyeni inanıvereni müslüman olanı eksik değil.

Ancak kötülükleri süsleyen iyi gösterenler de çok. onlar küfür düzeni kurmuşlar, bozgunculuk peşindeler, ellerinden geldiği kadar tahribat yapmaya çalışıyorlar, kalabalıkların nefisleri de çok şeyi bildikleri halde  hâla zevkinden sefasından olmak istemiyor.

Bizim kurallarımız sağlam, ilmihalimizde kolaylık var zorluk yok. Bizden istenen itaat, namaz, oruç, hac zekat ise bunların hepsi hayat bahşeden uygulamalar. Bunların  en ince ayrıntısı bile  bir başka emsalsiz nimet oluşturuyor. Günümüz dünyasının bütün bunlara ihtiyacı var.

 İş  bize düşüyor kendimize gelelim, bir adım ileri gidelim, samimiyetle ihlasla kurallarımıza tutunalım, meylimizi eğilimimizi ispat edelim. Sevgi muhabbet, yurtta alemde huzur sükun, dünyada ahirette saadet isteyelim.

Mevla kudret kuvvet sahibidir; dilerse önümüzü açıverir. Muradımıza ereriz.

0 cevaplar

Yazara mesaj bırak

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.