Hani  ‘’Ada sahilleri, neydi o akşam adalar, biz heybelide vs’’ diye nefsine keyfine önem verenler için adanın ünü namı var. Böyle şeylere ilgi duyanlar meraklılar arada ada’ya dolaşıyorlar. Adaya gidip gelenlere  denizden başka yol yok.. İş için, piknik için seyran için gidilecek, adalı gitti ise dönecek. Tarifeli seferler var,  vapur tercih ediliyor. Eminönü’nden  Bostancı’dan, İstanbul’lu Ada’ya ekseriya erken geç vapurla giderde; erken giden erken, geç giden geç dönmez adada kalmaktan da korkar. Son seferde döner. Son seferin saati belli,  kalabalık dönecek iskeleye vakitlice iner bekler. Vapur gelecek geleni indirecek ve yolcusunu alıp gidecek.

Herkes dikkatli vapurun geleceği yere bakıyorlar. Yaklaşmakta olduğunu görünce iskelede bir kıpırdanma oluyor. Kalabalık şöyle bir toplanıyor, gruplar bir araya geliyor, büyükler çocuklarını yanına alıyor. Piknik yapanların sergisi, yaygısı, eşyası var hazırlık yapıyorlar. Biraz sonra vapur yanaşınca gelen üç beş kişiyi indirecek, kapı açılacak, bunlar hamle yapacaklar, teyakkuz durumunda bekliyorlar. 

Kapı açılınca öndekiler hurra vapura koşuyorlar, arkadan acele edenler, cam kenarında yer belirleyenler, güvertede oturma yeri arayanlar, kalabalık arasında telaşla ilerliyorlar. Vapur boş değil, binenlerde bulduğu yere oturmuyor, tercihlerine göre sağda solda hızlıca yer bakacak, uygun yer bulduklarında oturacaklar. Neticede iyi kötü bir yer bulamayan ayakta kalanlar da olabiliyor. 

İskelede kalabalığın arkasında bekleyen yolculardan üç beş kişi acele etmiyorlar. Arkada kalan, yardıma ihtiyacı olan, yaşlı güçsüz olan, eşyası fazla olan olur, bir durum çıkar onlara yardım ederiz diye bakıyorlar. Kalabalığın velvelesi bitince giriş kolaylaşınca  geride kalanlar yardımlaşarak hep beraber biniyorlar, zaten gemiden yolcu kalmasın diye bakıp duruyorlar.

Bunlar arkada kaldı; birine yardım etti, diğerinin koltuğuna girdi, ötekinin eşyasını alıverdi, yaşlıyı güçlüyü bekledi, güvenle vapura bindirdi; gönül kazandı, dua aldı, dost edindi ve kazançları büyük oldu. Bostancı’ya kadar Eminönü’ne kadar ayakta gideceklerse gidiversinler. Zaten herkes yoruldu evler rahat istedikleri gibi yorgunluklarını çıkarırlar.

Aslolan idrakın anlayışın inceliklerini farketmektir. Büyükler gönüllerde yer etmenin ve muhabbetin, ancak hizmetle elde edilebileceğini söylemektedirler.  Onlardan bize intikal eden bilgilere göre;  görerek gözeterek yük alarak yardım ederek yapılan iyiliklerin en sonunda yapanın kendisine döndüğü bildirilmektedir.

Kaymakam çayı diye bir tabir var. Topluluk içinde bir kişinin içtiği, diğerlerinin baktığı çaya  denilmektedir. Hani belki süre sınırlı, ortam müsait değil, tanınmamış bir toplum veya bir zaruret var. 

Köye kaymakam gelmiş karşılamışlar. Muhtarın konağında köylülerle oturuyor. Kaymakam hemen söyleyeceklerini söylemiş, bu arada çay ikram etmişler içiyor. Köylülerle konuşuyor, muhtar azalarla kaymakamın istediklerini hazırlıyor. Bu arada köylü memnun, meradan  kadastrodan köy sınırından  çiftinden çubuğundan ona soru soruyorlar. Kaymakam sorulardan sıkılır gibi olmuş; çay içiyor ya; ‘’Siz niye çay içmiyorsunuz? diye sormuş.

Erbabı biliyor, bu kaymakam çayı bunu kaymakam içer. Fakat bilen bilmeyen var. Köylüler şöyle bir kıpırdanır yutkunurlar içlerinde tiryakilerde var; cevap verecekler herkes birbirinin yüzüne bakıyor. Ben mi cevap vereyim kim cevap versin gibisinden; köyün ileri gelenlerinden biri tedirgin olur şimdi bizimkiler cevap vermeye başlarsa boşboğazlık yaparlarsa konuşmasınlar diye sesini yükseltir. “ Beyim biz de kaymakam olsak biz de çay içeriz” diye cevap verir. Çevresine hızlıca bakınır; “ Yahu bu kaymakamlar meşgul adamlar, kafaları ilçede vilayette Ankarada. Belki çayın yarısını bırakacak gidecek aman siz ters bir şey söylemeyin’’  der gibi gözleriyle köylüyü süzer. Maksat hasıl olur. Köylü sükut eder. Kaymakam çayını içer kalkıp gidecek, beyim yemek hazırlığımız var hemen getiriyoruz, derler; muhtara teşekkür eder. Bİlgileri alır, herkesle teker teker vedalaşır ayrılır.

İki yerde yemek yerken ağzımıa girene, konuşurken ağzımızdan çıkana dikkat etmemiz gerekmektedir. Büyüklerimiz sükuttan daha değerli varlık, cehaletten daha zararlı düşman, yalandan daha öldürücü hastalık olmadığını belirtmektedirler.

Güneydoğu Anadolu’da bir ilçe, her yerde olduğu gibi orada da bir postacı mektub vs  dağıtıyor, kıyafeti resmi şapkası var, sırtında beylik posta çantası, mutad dolaşacağı çarşı pazar mahalleye göre dağıtılacakları düzenlemiş, çarşıdan caddelerden başlıyor. hükümete belediyeye bankaya uğruyor, sonra zuhurata göre mahalleye dağıtıp daireye dönüyor. Postacının tanımadığı kimse yok gibi. Arada çıkarsa bildiği tanıştığı kimseler var. Onlara soruyor, çözüyorlar.

Eh tabi herkese selam veriyor da, çarşıda esnafı dolaşırken eğer durumları müsaitse bir de hatır soruyor, adamın başı kalabalıksa girip bir yere mektubu bırakıyor, göz ile işaret ediyor. Mahallede kim olsun kadınlar çocuklar, onlara da kapı altından postayı bırakıyor, sesleniyor posta diye. Herkes tanıyor aşina, ehlibeytten ev halkından sayılıyor, kimse yadırgamıyor.

 Kimi postacıyı ilerden takip ediyor hani beklediği bir şey varsa veya esnafın işlerinin kesata uğradığı alışverişin azaldığında, eli boş beklediğinde çarşıyı seyrederken, ilerde postacıyı görürse kendisini geçinceye kadar izliyor. Bakalım bize bir şey verecek mi diye bakıyor. Postacı selamla hizmetle gayretle şehirde dolaşırken çantası hafifleyinceye kadar çalışıyor, ulaştıramadığı bir iki şey kalırsa, dairede  bilgi birikimi var arkadaşlardan soruyor. Ertesi günün dağıtımına bırakıyor.

Postacı geziyor dolaşıyor selamlaşıyor. Mektup tebligat vs. veriyor, hatır soruyor ve işi  hafifleyince durumu müsait tanıdığa rastlarsa  ortak konu eksik değil muhabbeti de uzattığı oluyor.

 Her gün böyle de, yaz gelince bir izin durumu var, postacı yıllık izin alınca ne yapsın bir yere mi gidecek, memlekete  gidecekse zaten üç beş gün kalacak, bakalım iznin ortasında mı sonunda mı duruma göre gidebilecek. İzin aldı uzun bir tatil yapacak, ertesi sabah tatile postaneden başlar, gider dairede bir çay içer, arkadaşları ile konuşur. Sonra çarşıya çıkar sağa sola selam verecek, selam alacak, selam karlı iş. Dolaşıyor tanıdık tanımadığa selam veriyor. Postacıyı çantasız görüyorlar da kendisinin sivil kıyafetle resmi şapkasız olduğuna bakan yok:

– Hayrola postacı hani çanta yok unuttun mu?

 diyene cevap veriyor:

 -Yıllık izne çıktım  postaneye çay içmeye uğradım, ne yapayım şimdi çarşıyı geziyorum  şöyle bir dolaşıyorum  diyor. 

Bu kendisi için rahat sıkıntısız gezintidir. Galiba bunu kendisinden başka bilen yok. Posta çantasının içindekiler emanettir derttir, sıkıntı vermektedir. hepsinin sahibine teslimi gerekir, vebali var,  bir iki pürüz çıkarsa keyfe keder veriyor.   Şimdi kaygısız dolaşıyor.. Yarın yine dolaşacak. Müsait gördüğüne kısa bir ziyaret de yapabilir. çarşıdan eve çoluğa çocuğa alınacakları alır. Erkenden eve döner, bu da bir nevi tatildir,

Biz hepimiz inancımızın ilmihalinde yazılanları yerine getirmekle memuruz. Yaptığımız şeylerin  imanımızla irtibatı oluyorsa, selamla muhabbetle sorumluluğumuzu bilerek hizmetimizi  yapıyorsak , işimiz kolay gelir, bereketlenir iyi netice verir, değilse mahrumiyet sebebidir. 

Uyanık olmak;  bir şekilde hakkı aslı esası aramaya çalışmak,  haktan ümidi kesmemek, ona sarılmak lazım. bunları yapdıktan sonra gerisinden korkulmaz. Allah kendisine sarılanı katiyen mahrum etmez, onun lütfu ihsanı bitmez tükenmez.

Vaktin gecenin gündüzün fırsatlarını kollamak,  ömrü boş geçirmiyerek değerlendirerek istifadeyi kârı kazancı sevabı büyütmek lazım ise eğer gayret bize düşmektedir.

0 cevaplar

Yazara mesaj bırak

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.